Çocuktum. Okula başlamamıştım. Babam öğretmendi. Eve her gün gazete girerdi.
70’li yıllarda eve gazete girmesi yürek isterdi.
Ülkemin “sağ – sol” diye ayrıştığı, gençlerin vurulup kanlar içinde yığıldıkları günler.
Evimizin önünde bir villa vardı, yüksek duvarlarla çevrili. Küçük apartman dairemizin penceresinin tam hizasındaydı.
O villayla evimizin arası, sağcıların mahallesiyle, solcuların mahallesi arasındaki görünmez sınırdı.
Gençlerin çatışmaları orada yaşanırdı. Çocuktuk, korkardık.
Bir kaza kurşunu girebilir diye annem, akşam yemeklerimizi pencereden uzağa hazırlardı.
Babam gazetesini eve, ceketinin iç cebinde saklayarak getirirdi. Cebine sığsın diye katlardı.
O gazete Milliyet’ti. Yayın yönetmeni de Abdi İpekçi.
Okumayı Milliyet’in manşetlerinden o günlerde öğrendim.
Üniversite sınavında ilk sıraya Ankara Basın Yayın, Gazetecilik Halkla İlişkiler yazıp kazanmamın nedeni de Abdi İpekçi’ydi.
O Şubat günü, “İpekçi öldürüldü” haberiyle evimize dolan kış ayazını da hiç unutmadım.
Milliyet Çocuk’u ilk okuyan yarışı yapardık kardeşlerimle. Televizyon da oydu, bilgisayar oyunu da sinema da, kitap da.
Hayal dünyamızı Milliyet Çocuk biçimlendirirdi. Larry Yuma’nın atına biner, “Küçük Kadınlar”ın evine girerdik.
Klasikleri Milliyet Çocuk’ta okuduk. “Sefiller”i okurken, ekmek çaldığı için hapsedilen Jean Valjean’ı cezaevinden kaçırma hayalleri kurduk.
Karakterime biçim veren her şeyde Milliyet’in izleri var.
Şimdi, İpekçi’nin koltuğunda itibarı yüksek bir gazeteci, Özay Şendir oturuyor.
Milliyet’te yazmamı teklif ettiğinde hemen “Evet” demem o yüzden.
“Aklımdan Geçen”leri okuyacaksınız bu köşede, hayata dair ne varsa; İletişim, siyaset, aşk, spor…
Her yazı, yazarından çok okura aittir. “Okur” olmadan “yazar” ne anlamsız.
Yeterince soğuduysa
Yangının sebebine yangın söndürülünce bakılır. Olayların analizi de sıcağı sıcağına yapılmaz.
Yerel seçimlerin üzerinden iki hafta geçti. Yapılmadık analiz sanırım kalmadı.
Serde hocalık var, sorulması şart olan soruları şuraya bırakıyorum, sonuçlar emeklilere bağlanıp geçilemez;
Bir, AK Parti durumu sağlıklı analiz edebilecek mi? Kaybetmekten sorumlu olanlar, değişimin gereklerini yapabilirler mi?
İki, CHP birinci parti olmasının nedenlerini sağduyuyla değerlendirebilecek mi yoksa “Pirus zaferi”ni hatırlatmak zorunda kalacak mıyız?
Üç, dünyada yükselmekte olan “milliyetçi” oylar, ülkemizde de yükselirken birdenbire nereye gittiler?
Milliyetçi oylar emanet gitmez, kızmışlarsa neden ve neye?
Dört, kararsız ve oy vermeyen oranının yüksekliğine rağmen üçüncü bir parti neden aradan sivrilemiyor?
Beş, “ittifak”lar siyasetimize ne yapıyor?
Aklımda kalan
İletişim sandığımızdan daha ciddi bir iş: Libya’da Kaddafi’nin linç edilmesinde, Irak’ta Saddam’ın idamında sadece uluslararası politikaların rolü yoktu. Süreçte düşünce kuruluşları, üniversiteler, “bilim insanları” da rol oynadı. Arama motoruna “Kaddafi, Harvard ya da LSE” yazarsanız çıkar. Ünlü kurum ve kişiler, kirli iletişim stratejilerinin araçları olarak iş görebilirler. ABD’li düşünce kuruluşu Atlantic Council, “Putin’in dört ülkeyi tehdit ettiğini” yazdı. Bu tür analizleri yakın tehditten çok, uzak erimli okumak gerek. Dünya karmaşık, kaotik bir yumak olmaya devam ettikçe, nitelikli iletişim yönetiminin de önemi artacak. Bu nedenle Dışişleri Bakanlığı’nın Enformasyon Genel Müdürlüğü’nü, “Kamu Diplomasisi ve Stratejik İletişim Genel Müdürlüğü” olarak düzenlemesi, uluslararası iletişimde yeni bir anlayışın hayata geçirilmesi, çağa uygun, önemli bir dönüm noktasıdır.